Nakış Dergileri

23 Haziran 2012 Cumartesi

Kırkyama (Patchwork) - Yamalı cumartesi 1

   Son üç-dört ya da belki daha fazla yıldır kafamı fena halde kırkyama (patchwork) ile bozdum. Kursa gideyim dedim, bir türlü çalışma saatlerime ve günlerime uyacak bir şey bulamadım. Bu kadar erteledikten sonra da kendi kendime öğrenmeye karar verdim - erteleye erteleye ömür bitiyor... Dün akşam biraz bu konuyla ilgili kitap karıştırdım, bir şeyler okudum, kumaşlarımı çıkarıp ön hazırlığımı yaptım - hepsini yıkadım, ütüledim. (Daha sonra hazır ürün yıkandığında boya akmasın ve ürünü mahvetmesin diye tavsiye ediyorlar kitapta, iyi ki de üşenmeyip yıkamışım, çünkü birkaç koyu renkli parça kumaş yıkama suyunu bayağı renklendirmiş).
   Bir site dolusu kırkyama şablon bulmuştum zamanında, bunlara sadece bakmayı da çok severim. Ama bundan sonra ayda iki defa cumartesi günleri oradaki şablonlardan birini gerçek kumaşta hayata geçirmeyi deneyeceğim...

   En basitlerinden başlamaya karar verdim - sadece karelerden oluşan bir şablon, adı da "Trip around the world" (yani, dünya etrafında yolculuk). Yapımı için 4 farklı renkte kumaş kullanılır.
   Önce küçük (2.5 inch) kareler kestim. Şu inch meselesini asla çözemem diyordum, ama o kadar da zor değilmiş, hemencecik alıştım (Amerikalılar ve İngilizler inch ve yarda kullanırlar uzunluk ölçüsü olarak. Eh, kırkyama da en çok onlarda hobidir, bu işi kitaplardan öğreneceğim için santimetreye çevirene kadar inchlere alışayım daha hızlı...) Neyse, meseleye döneyim. Kesme işi biraz uzun sürdü - yuvarlak bıçak ustura kadar keskindir, aşka gelip de parmaklarımı işe katmak istemedim. Tomar tomar küçük kareler ortaya çıkınca da önce biraz oynadım, farklı kombinasyonlar denedim. Yapboz gibi, eğlenceli bir şeymiş kare kumaşla oynamak:






   En sonunda da bir şeyde karar kılmak gerekiyordu, işte bu biraz zor geldi ;). Bugünlük sadece ilk denediğim kombinasyonla yetinmeye karar verdim, onu diktim. Daha sonra büyük ihtimalde yastık kılıfı yapacağım bundan, şimdilik çekmecede bekleyecek.

   Dikişte yeni başlayan biri sayılırım, haliyle sonuç kesinlikle mükemmel değildir... Bazı yerlerde karelerin köşelerini denk getirememişim, bu işi biraz kurcalayıp bir şablon daha yapmam gerekecek. Ama gene de hayatımın ilk kırkyama denemesi acayıp hoşuma gitti...

22 Haziran 2012 Cuma

John Verdon'un üçüncü kitabı çıkıyormuş...

Bu bilgiye geçenlerde birkaç yabancı kitap sitesinden ulaştım. Amazon'da ve benzer yabancı kitapçılarda ön satışlar başlamış bile. Temmuzun 24'ünde yeni bir kitabı çıkacakmış, adı "Let the Devil sleep". Gene çok kalın, İngilizcesi 464 sayfaymış (sanki ben kitap alırken sayfa sayısına bakıp karar veriyormuşum ;") ).


Bu sefer Dave Gurney yakalanamayan bir seri kâtilin peşine düşecek, onu yakalayabilmek için de kendisi yem olacakmış. Anlayışlı karısı ve oğlu da bu sefer yanındalarmış... (O kâtil oğlu olmasın ;") )
Sabırsızlıkla Türkçesini bekliyorum, bakalım kaç ay sonra çıkacak... Koridor Yayıncılık sitesinde bu kitapla ilgili henüz bir bilgi yok (ya da ben bulamadım).

13 Haziran 2012 Çarşamba

Sherlock Holmes hikâyeleri

   Yağmurlu ve bayağı serin mayıstan sonra haziranın ilk günlerinde havalar biraz ısınınca teras sezonumuzu açmıştık. Son bir haftadır ise yaz kendini iyice hissettirdi, evin içinde durulmuyor. Artık akşamları televizyonun, bilgisayarın yerini terasta oturmacalar, gazete kitap okumacalar, çay kahve içmeceler vs. vs. aldı :) Bilgisayarımız masaüstü olduğu için de terasa çıkarılamıyor, blogun pabucu dama atılmış birazcık...

   2,5 haftadır akşamları Sherlock Holmes hikâyelerini okuyorum, şu Martı Yayınlarından çıkan kitaplar. Kısa olduklarından her akşam 1-2 tane bitiyor. Ben bu pipolu beyefendiyle on iki- on üç yaşımdayken en küçük teyzem sayesinde tanışmıştım. Kitaplığındaki kalın, güzel ciltli bir kitap ilgimi çekince, teyzoş çıkarıp "Al, oku. Eminim beğenirsin." diye vermişti o zaman... Gençlere anlatılanlar biraz fazla basit gelebilir şimdiki diziler, belgeseller ve filmler göz önüne alınırsa. Ama o zamanlar CSI benzeri diziler, Discovery ID vs. yoktu, Kolombo ve daha sonraları Mavi Ay vardı - haliyle okuduğum hikâyelere bayılmış, Sherlock'un vakaları çözme yöntemlerinden ve gözlem yeteneklerinden çok etkilenmiş, hatta gözlem yapmayı ve küçük bilgilerden bütün resmi oluşturmayı kendim de denemiştim... Hâlâ da polisiye - en sevdiğim kitap, film ve dizi konusudur benim için.
    Sherlock Holmes (daha doğrusu yazarı Arthur Conan Doyle)  kriminolojinin fikir babası sayılabilir bence, çünkü parmak izleriyle uğraşmayı, kan lekelerini ketçap lekelerinden ayırmayı ilk deneyen bu beyefendiydi, kitapta da olsa. Aslında literatürdeki polisiye türünün de babasıdır Conan Doyle... Bütün yaz da benim için cinayetlerle geçecek anlaşılan, çünkü şimdiden okunacaklar listeme Edgar Alan Poe ve Agatha Christie'yi de ekledim. Poe'yu şimdiye kadar hiç okumamış, sadece göz gezdirmiş sayılırım, Agatha Christie'nin kitaplarını ise gençken okumuştum, defalarca da film ve dizilerini seyretmiştim. Ama Miss Marple ve Poirot'yu o kadar çok severim ki tekrar okuyasım geldi...


   Bu arada, TeleDünya olanlara duyurulur (hâlâ duymayanlar kaldıysa ;) ) - haziranın başından beri listelerine FoxCrime diye bir kanal eklenmiş, artık 24 saat boyunca CSI ve benzeri dizilerini gösteriyor. Hafta içi gündüz ve cumartesi - pazar günleri tekrarları var, yeni bölümleri ise sadece akşam çıkıyor...

9 Haziran 2012 Cumartesi

Ortanca (Hydrangea)

   Bütün çiçekli ve çiçeksiz bitkileri severim, ayrık otlarına bile kıyamıyorum bazen. Ama ortanca en sevdiklerim arasındadır. Terasımda bunlardan birkaç tane vardır... Benimkiler yaz kış dışarıda yaşıyorlar, belki de ondan haziranın başında da asla çiçek açmazlar, daha çok yazın ortalarına doğru rengârenk topları bizi sevindirir. Ama ben çiçeksiz zamanlarında da sırf yeşil yapraklarına bakmaya bile doyamıyorum.
   Bu harika çalının meğerse 70-80 türü varmış. Çalı dediysem de aslında çoğu tür çalı oluyor, ama 30 metreye kadar tırmanabilen sarmaşık ve küçük ağaç gibi olanları da var. Çoğunun da ana vatanı Çin'dir, Avrupa'ya bir İngiliz botanikçi tarafından 1700'lerin sonunda Çin'den getirilmiş... Fakat galiba en gösterişli çiçekleri olan ve bu sayede bizim en çok sevip bahçelerimizde yetiştirdiğimiz genelde Hydrangea Macrophylla, yani büyük yapraklı ortanca oluyor. 600 farklı çeşidiyle, beyazdan yeşile, açık pembeden veya maviden bordoya, hatta mora kadar çiçek rengiyle göz kamaştırıcıdır.


   Ortancanın Latince ismi, yani Hydrangea, "su kabı" anlamına geliyor ve bu bitkinin suyu ne kadar çok sevdiğini gösteriyor. Hakikaten de yetiştirilmesi için en ideal ortam:
- hafif ya da yarı gölge, (çok gölgeli yerleri sevmez)
- rüzgârdan korunmalı,
- geçirgen, hafif, verimli, biraz asidik topraklar, (asit düzeyini biraz arttırmak için toprağa bolca torf ya da turba yosunu eklenir, biriktirilmiş yağmur suyu ile ya da demir sülfat ekleyerek sulama yapılır)
- bol sulama,
- yazın ayda 2-3 defa besin verilir.
 Fazla güneş yapraklarını yakabilir, aşırı güneşli yerlerde ise çiçekler gittikçe küçülür ve bazen tamamen yok olurlar.
   Genç ortancalar erken ilkbaharda hafif budanır (sadece geçen seneden kalan çiçekler kesilir), büyümüş çalıların budanmaya ihtiyacı yoktur. Kışın soğuk geçtiği yerlerde üstü örtülerek dondan korunmalıdır.
   Bir de ilginç bir ayrıntı: mavi ve pembe çiçekli ortancaların çiçek rengi toprağın pH değerine bağlıdır - asidik topraklarda (pH değeri 5.0-6.5 civarında) çiçekler mavileşir, alkali topraklarda ise (pH değeri 7.0-8.5 civarı) çiçekler pembeleşir. Benim ilk ortancam pembeydi, renk değiştirme konusunu öğrendiğimde çalının bir tarafına 2-3 büyük paslı çivi gömmüştüm. Sonuç olarak birkaç yıl boyunca o çalının yarısında çiçekler mavi, diğer yarısında ise pembe açtı. (Beyaz çiçekli bitkilerde bu hokus-pokus işe yaramıyor)
  
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...