Nakış Dergileri

12 Aralık 2012 Çarşamba

12-12-12


   Bugünkü tarih 12 Aralık 2012, yani 12-12-12. Ve şimdi kafama dank etti - böyle bir rakam kombinasyonu bir daha ancak yüz yıl sonra tekrarlanacak! Yani, ancak torunlarımız görebilecek ;")

11 Aralık 2012 Salı

Nora Roberts - Görkemli Ölüm

   Bu yazar hanımefendinin adını daha önce duymuş muyum, emin değilim... Belki kitapçılarda rastlamışımdır... Nora Roberts, birkaç değişik isim kullanarak, 200'den fazla kitap yazmış. (Hep merak ettim - bazı yazarlar neden farklı isimler altında kitap çıkarırlar? Belki sebebi çok ciddi, ama farklı isimler kullanıldıktan sonra neden bu sefer hepsinin aynı kişi olduğunu açıklama ihtiyacı duyarlar? Anlamış değilim...)
   "Görkemli Ölüm" okuduğum ilk kitabı, ama meğerse ondan önce bir kitap daha varmış - "Çıplak Ölüm".  Ve ondan sonra da 9 kitap daha varmış, Türkçeye çevirisi yapılanlardan. Kocaman, 34 kitaplık bir seriymiş - Ölüm Serisi. Baş kahramanı Eve Dallas, 2054'te yaşayan New York'lu bir detektif. Fantastik + aşk + polisiye = garip bir karışım. Aslında Mars, uzay yolculukları ve diğer fantastik şeyler hesaba katılmasa fena bir kitap değilmiş, okunuyor... sürükleyici... İlgi uyandırıcı...
Ama devamını büyük ihtimalle okumam...

8 Kasım 2012 Perşembe

Şal nasıl giyilebilir?



Paşmina şal (pashmina shawl) diye bir şeyin olduğunu geçen sene öğrendim, ama birkaç Hint yapımı şalımı uzun yıllardır kullanıyorum havalar soğuduğunda (benimkiler "paşmina" değildir, kaşmirden yapıldığını sanmıyorum). Onları zamanında perşembe pazarından almıştım. Ben şalları en basit şekilde, omuzlarıma atarak ya da geniş bir atkı yerine giyiyorum.  Bu videoda 10 farklı giyme şeklini gördüm, bazılarını çok ilginç buldum...

30 Ekim 2012 Salı

Autumn Leaves - Andrea Bocelli

Autumn Leaves - Eric Clapton



The falling leaves drift by the window
The autumn leaves of red and gold
I see your lips, the summer kisses
The sun-burned hands I used to hold

Since you went away the days grow long
And soon I'll hear old winter's song
But I miss you most of all my darling
When autumn leaves start to fall

21 Ekim 2012 Pazar

Sherlock Holmes - Gerçekler kanıt ister

   Bu sonbaharı neredeyse kaçırıyordum... Sebebi mi? İki bayram arasına denk gelen işteki aşırı yoğunluk (ki buna alışığım normalde) ve apartmanımızın mantolama ve genel iç-dış tadilatıydı. Sonuncusuna her ne kadar önceden kendimizi "fikren" hazırladıysak da strese girmeden karşılamak imkânsızdı galiba...  Hele bir de çok eski, bir sürü sorunu olan bir binaysa... İlk 3-4 hafta boyunca "resmen piskopata bağlamışım" bizimkilerin deyişiyle ;") - yeme içme, kitap okuma, televizyon, el işi - her şeyden kesilip her akşam evin içine doluşmuş, nasıl oluyorsa kapalı dolapların içine bile girmiş ince çimento vb. tozlarını almaya, yerlerini silmeye çalışıyordum... Bizim kediler bile bu "felâketi" benden daha sakin ve "olgun" karşıladılar... Neyse ki bugün itibarıyla bitmiş, yani atlatmış sayılıyoruz! Bahçem neredeyse yok oldu, asmalarım, it üzümlerim, ortancalarım yarı ölü vaziyette - önce üzülüp kahroluyordum, sonra kendimi avutacak bir fikir buldum:" Olsun! Ölsün! Ben de seneye yeniden başlayacağım ve bu sefer bahçem çok daha güzel olacak!" ... Rahatlatıyor...
   Bugün hava yağmurlu, böyle havaya evde oturup hoş bir şeylerle uğraşmak yakışır... Aslında yapılacak bir sürü işim var, ben ise hepsine boş verip kitap okuyorum. Geçenlerde bir yerlerde okudum: İngiliz araştırmacılara göre günde 6 dakika bile kitap okumak stresi ciddi derecede azaltıyormuş... Eh, okuduğum kitap bir de çok sevdiğim Sherlock Holmes hikâyeleri olunca hakikaten stres azaltıcı bir faaliyet oldu... Martı Yayınlarından ağustosta çıkan 4. kitap bugünü masadaki "kitap kulesi"nin içinde bekliyordu. Sherlock Holmes ve CSI - asla bıkmayacağım konular... Merak ettiğim bir şey var ama, dört kitapta toplam 45 hikâye var. Bu, 5. kitap da olacak anlamına mı geliyor?


26 Eylül 2012 Çarşamba

Doğayı Keşfederken: Hayvan Hakları Yasa Tasarısına karşı eylem


Doğayı Keşfederken: Hayvan Haklari Yasa Tasarisina karsi eylem: Meclise sunulan yeni yasa tasarısına “Sahipli ve sahipsiz hayvanları belediye sınırları içinde ya da dışında başıboş bırakmak yasak...

Buradan da yasanın son haliyle ilgili gerçekleri ve hayvan sevenlerin yasaya neden karşı çıktığını izleyebilirsiniz.

25 Eylül 2012 Salı

Kanaviçe Dergisi 27. sayı çıktı


   Yeni, ilginç projelerle dolu 27. sayı (ekim-aralık 2012) birkaç gün önce çıkmış. Bu sefer çiçekler baş rolde... Ben en çok çilekli masa örtüsü + yastıklar takımını, gelincikli tabloyu ve kır evi tablosunu sevdim, ama diğer projelere de haksızlık yapmak istemem - hepsi de çok güzel... 

Dergideki son projeyi görünce çok sevindim - "Birth Sampler" (dergideki çeviriyle "doğum tablosu"). Sebebi mi? Geçen hafta doğum yapan çok sevdiğim bir arkadaşıma değişik bir hediye arıyordum. Bu proje de bana böyle şeylerin de var olduğunu hatırlatmış oldu, sadece karar vermem lâzım - buradakini mi işleyeyim, daha değişik bir tanesini mi arayayım...

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Spirit of Vierlande (by Long Dog Samplers)

   Besmele bitti, çerçevelettirildi, artık sahibinin tatilden dönmesini bekleyecek. Teslim edilmeden fotoğrafını blogda göstermeyeyim, ne olur ne olmaz ;) Ben de hiç boş durmuyorum, yeni bir projeye hemencecik saldırdım... Hem de ne projesi!  
   Long Dog Samplers - ilk bakıştan âşık olduğum bir markadır. Görür görmez neredeyse bütün samplerlere vurulmuş, hepsini işlemek istemiştim. "Spirit of Vierlande" ile bu isteğimi gerçekleştirmeye başlamış bulunmaktayım ;")
   "Spirit of Vierlande", tipik 19. yüzyıl Alman sampleri. Kirli beyaz üzerine siyah iplikle işlenirmiş, ben de aslına uygun kalmaya karar verdim. Siyah DMC iplikle (310 no'lu renk) 16 ct ekru etamin üzerine işliyorum. Başlangıç için boyutları ortaya çıksın diye bütün kenarlarını yaptım, sadece onları ve köşedeki birkaç motif yapmam 2 haftadan uzun sürdü... Devasa bir şeymiş bu (çerçevesi 56 cm x 42 cm, 10 cm uzunluğunda makasım üzerinde küçücük kalmış)! Şimdiden bayılıyorum buna!.. ve duvarda nasıl duracağını görmek için sabırsızlanıyorum. Ama sanırım bitirilmesi biraz uzun sürecek, çünkü çok fazla motif içeriyor. Her birine bir-iki akşam harcasam bile yılbaşına anca biter... Eh, sıkılmamak için de araya daha küçük ve hızlı projeler sıkıştırmayı düşünüyorum.

23 Ağustos 2012 Perşembe

Mara Meimaridi - İzmir Büyücüleri

   Bu kitabı, ilçe kütüphanesinden adı ve arka kapaktaki tanıtım yazısından etkilenip seçtim. Büyülü masal olmasına rağmen (ki ben hâlâ masalları severim ve memnuniyetle okurum) kitapta anlatılan Osmanlı'da yaşayan Rumların gündelik hayatı ilgimi çekti...
   Yanlış hatırlamıyorsam, altı-yedi yıl önce bayağı popüler olmuştu "İzmir Büyücüleri", gazetelerin kitap eklerinde hakkında bir sürü yazı yazılmıştı...  Ama doğrusunu söylemem gerekirse, kitabı pek sevmedim. Karmaşık, oradan oraya atlayan bir anlatım... bir sürü isim...  bana, daha çok sayfa sayısını artırmak için yazılmış, gereksiz bir fazlalık gibi gelen yüzlerce ayrıntı... Daha çok mahalle dedikodularını dinliyormuşum gibi geldi ve ben dedikodudan hiç hoşlanmadığım için sıkıldıkça sıkıldım, hatta birkaç defa az kalsın okumayı bırakıyordum. Bütün kitapta ortalara doğru ilginç ve heyecan verici sadece birkaç bölüm vardı, bana göre... Gene de inat edip okumayı bitirdim, sırf başladığım kitapları sonuna kadar okuma alışkanlığımdan...

14 Ağustos 2012 Salı

Vogue Knitting erken sonbahar sayısı

   İlginç... Daha iki - üç hafta önce sıcaktan kavruluyorduk... Son birkaç gecedir ise sabaha karşı hava bayağı bir serinliyor, 15-17 dereceye düşüyordur herhalde ... Ve havada sonbahar kokusu var... Bu sene sonbahar biraz erken gelecek gibidir... ;")
   Havalar serinlemeye başlayınca içimde acayıp bir örgü örme isteği beliriveriyor. Genelde bu duyguya aldırmamaya gayret ediyorum, ama bir yandan da örgü dergilerine saldırıyorum ;") Ve ilk önce en sevdiklerimden biri - Vogue Knitting'e...

12 Ağustos 2012 Pazar

Henry Mancini - Shadows of Paris (Pink Panther A Shot in the Dark)


   Dün akşam CNBC-e'de Pembe Panter filmlerinden biri oynuyordu. Bu tür komedileri pek sevmesem de mutfak işleriyle uğraşırken bana eşlik etmelerinde bir sakınca görmüyorum - eğlendirici ve oyalıcı oluyorlar. ;") Dünkü filmi daha önce defalarca "seyretmeme" rağmen başlangıçtaki şarkıyı ilk defa farketmişim. "Shadows of Paris" Henry Mancini'nin eseriymiş. Ve bu şarkıya bayıldım!...
   Henry Mancini, zamanın en ünlü film müziklerini besteleyen, bol bol ödül almış İtalyan asıllı Amerikalı bir besteciydi. Adını bilmesek ve filmlerini hiç seyretmemiş olsak bile (ki bundan kuşkuluyum), bir şekilde bir yerlerden müziklerini hepimiz tanıyoruzdur...

THE SHADOWS OF PARIS
Music by Henry Mancini
Lyrics by Wells 
Why must we meet
In the shadows of Paris
Where hardly a star
Seems to shine
Why can't we meet
In the sunlight of Paris
Where Paris can see
You are mine

Have you come to me from another
Whose lips you have tried
Do you still belong to another
Is that why we hide

* Why am I cold
In the sunlight of Paris
When laughter and song
Fill the sky
Why am I warm
In the shadows of Paris
When I know that dawn
Means goodbye
(* Repeat)

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Eski fincanlara ikinci hayat

   Biz, hanımlar, pek sık güzel, narin, harika desenli fincanlara âşık oluruz ;). O fincan takımlarını seve seve kullanırız, ama maalesef dikkat etsek de zamanla fincanlar kırılıyor, takımlar bozuluyor... Ben şahsen sonuna kadar takımın kalanına kıyamıyorum, atamıyorum o güzelim fincanları - bazen içine minik kaktüsleri dikerim, bazen sadece süs olarak bir rafa koyarım... Bir de böyle ilginç bir kullanım alanı buldum ki, şaşırdım doğrusu. Şu resimdeki gibi bir mutfak süsü yapmak hayyatta aklıma gelmezdi!


3 Ağustos 2012 Cuma

Khaled Hosseini - Uçurtma Avcısı

   Dışarıda fırtına koptu - gök gürlüyor, yağmur damlaları cama vuruyor, cadde şimdiden suyla dolmuş... Hâlâ dışarıda kalmış insanlar iliklerine kadar ıslanmışlardır... Yağmur bir hızlanıyor, bir yavaşlıyor... Ankara'da ağustosta epeydir böyle yağmur yağmamış gibime geldi, hatta ağustos yağmurlarını hiç hatırlayamadım...
 
   Bu hafta, uzun zamandır okumak istediğim bir kitabı nihayet okuyabildim - Khaled Hosseini'nin "Uçurtma Avcısı"nı. Çok da etkilendim... Genelde akşam yatmadan önce okumaya çalıştığımda pek başarılı olamıyorum, yarım saate kalmadan yorgunluktan gözlerim kapanıveriyor. Ama bu sefer okumaya her başladığımda hikâye uykumu kaçıracak kadar içine çekiyordu beni... Muhteşem bir kitap!.. Sade bir dille anlatılan gerçekçi bir öykü su gibi akıyor. Emir'in babasının sevgisini kazanma mücadelesi, korkaklık ve ihanet üzerine düşünceleri, nefreti, pişmanlığı, sürekli kendi kendini "yemesi"... Hiç Kabil'de bulunmadım, hayatımda hiç yakından uçurtmayı görmedim, bir savaştan ve yıkımdan kaçmak zorunda kalmadım, böylesi sadistliğe veya eziyete maruz kalmadım, arkadaşıma (çok şükür!) ihanet etmedim,.. ama sanki anlatılan her şeyi ben de yaşamışım gibi hissettim... Kitabın bazı yerlerinde ağlamamak için kendimi zor tuttum...
   Eşimin koleksiyonunda filmi da varmış, ama galiba ben kitapla yetineceğim. Oldum olası okuduğum kitapların filmlerini seyretmekten korkarım, çünkü genelde kafamda canlandırdığım öyküyle filmlerin kurgusu çok ters düşüyor ve bende hayal kırıklığı yaratıyor...

   Bugün bir de D&R sanal 'dan ısmarladığımız kitaplar geldi. Kitap sayısı kadar kitap ayracı eklemeleri de çok hoş bir ayrıntı olmuş. İlk defa oradan alışveriş yaptım, bundan sonra da hep oradan kitap almaya çalışacağım (bayağı hesaplı oldu). Şimdilik sadece 5 kitap, ama hepsi de uzun zamandır okunacaklar listemde yer alıyor. Ah! bir de bir günde şöyle 48 saat olsaydı!...





Not: ben bunları yazarken yağmur dinmiş, hatta bazı yerler kurumuş bile. Hava da bir güzel serinledi, tam gezmelik! Herkese keyifli hafta sonları dilerim!


29 Temmuz 2012 Pazar

Kahkaha çiçeği (Morning glory, Ipomea)

   Kahkaha çiçeği, çit sarmaşığı, yıldız sarmaşığı, ay sarmaşığı, sabah ya da gündüz sefası... Tek bir çiçeğin ne kadar çok ismi varmış!
   İngilizler bu çiçeğe "Morning glory" veya "Moonflower" derler. Aslında aynı familyasının (Convolvulaceae) birçok türü karıştırıldığı için isimle ilgili karışıklık da yaşanıyor. Bahçelerde yetiştirilen en popüler cinsleri Ipomoea Purpurea, Ipomoea TricolorConvolvulus Tricolor ve Ipomoea Quamoclit . İlk üçü pekalâ aynı bitki de olabilir - koyu yeşil yaprakları genellikle kalp şeklinde, 3-10 cm arasında boyutları değişen borazan şeklinde rengârenk çiçekleri, 1,5-4 (bazen 5) metreye kadar boylanabilen zehirli tırmanıcı süs bitkisi. Dördüncü cinsin ise yaprakları dereotu yapraklarına benzerliğinden ötürü kolay kolay karıştırılmaz ;).


   Aslında tohumdan yetiştirilmesi inanılmaz kolay ve bakımı zahmetsiz bir bitki olduğundan bu işe yeni başlayanlar için birebirdir. En güzel ve iri çiçeklisi - mavi Heavenly Blue ve çizgili Flying Saucers neredeyse her zaman Ankara'da Metro Grosmarketlerde ve Bauhaus'ta satılır. Birkaç farklı çeşidi daha, büyük marketlerin bahçe bölümlerinde ilkbaharda bulunabilir.

   Tohum ekimi:  
   İyice ısınmış toprağa gece geç donları bittiğinde, yani nisan ayının sonunda - mayıs başında,  üçer-dörder tane olarak 2-3 cm derinliğe ekilir. Ekilmeden önce 24 saat süreyle kaynatılmış, oda sıcaklığına kadar soğutulmuş suda bekletilirse çimlenme daha hızlı olur. Çimlenme, toprak ısısı 18 dereceye ulaştığında 3-14 günde gerçekleşir.
   Küçük saksı veya viollerde çimlendirilmiş kahkaha çiçekleri fazla büyümeden toprakla beraber asıl yerlerine aktarılmalıdır. Kök sistemleri zayıf ve sürgünleri inanılmaz kırılgan olduğu için ben direkt yetişeceği saksılara tohum ekmeyi tercih ediyorum.
   Sürgünler 3-5 cm'e ulaştığında, saksılar bitkilerin sarılacağı çitin yakınına yerleştirilir. Güneşli veya hafif gölgeli yerleri sever. Balkon ve teraslarda yetiştirmek için çok uygundur, ben en iyi sonucu 10-15 litrelik saksılarda yetiştirdiğimde aldım.
   Kahkaha çiçeği toprak konusunda pek seçici değildir, ama hafif, geçirgen, zengin topraklarda bitkinin kendisi tabii ki daha güçlü ve çiçekleri daha bol olur. İlk bir ay boyunca haftada bir besin verilebilir. Fakat besin içerisinde fazla azot bulunursa, bu sefer de kahkaha çiçekleri yaprağa kaçar, az çiçeklenir (çiçekli bitkiler besini bu yüzden daha uygundur).
   Suyu sever.
   Çiçekler haziran ayında açmaya başlar, sonbahar donlarına kadar devam eder. Dona pek dayanıklı bir bitki değildir. Farklı cinslerin çiçekleri günün farklı saatlerinde açıyor: genelde sabahın erken saatinde veya akşama doğru, hava bulutlu ise bütün gün de açık kalabilirler. Ipomoea Purpurea türünün çiçekleri ise tam tersi - güneşli havalarda saat 10-14 arası açar. Her çiçek sadece bir gün (daha doğrusu birkaç saat) yaşar. Solmuş çiçekleri koparmazsanız kolayca tohum verir. Olgunlaşmış tohumları toplayıp gölgede iyice kurutursanız, sonra da peçeteye ve folyoya sarıp bızdolabında saklarsanız, seneye dışarıdan tohum alma zahmetinden kurtulmuş olursunuz...
 

27 Temmuz 2012 Cuma

Sıcak!... Çok sıcak!...

   Bu fotoğrafı dün öğleden sonra, üç buçuk civarında çektim. Yarı gölge ve cereyan pek etki etmemişe benziyor. Büyük ihtimalde ısı biraz daha fazlaydı, ama derecenin sınırına geldiği için tam gerçeği yansıtmıyor...
   Ve havalar bu kadar sıcakken ben bir bahar insanı olduğuma ve yazı sevmediğime iyice inanmaya başlıyorum... Bu sıcakta değil çalışmak, hiçbir şey yapmamak bile zor... Allah'tan bugün cehennem sıcaklarının son günü galiba, gelecek haftadan itibaren en az geceleri hava serinleyecekmiş... Hayırlısıyla!

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Ahmet Ümit - Sultanı Öldürmek

   Şimdiye kadar hiç okumadığım yazarlardan biriydi Ahmet Ümit. Ama geçen hafta içinde nihayet onun çalışmalarıyla tanışmış oldum. Ahmet Ümit'in son kitabı benim okuduğum ilk kitabı oldu... ;) "Sultanı Öldürmek" tarihle ilgili olduğundan hoşuma gitti. Fatih ve o dönemin tarihiyle ilgili bir sürü yeni şey öğrenmiş veya merak etmeye başlamışım. Hatta kitaplığımızdan bazı tarih kitaplarını çıkarmama sebep oldu... Polisiye tarafı biraz geride kalmış gibi romanda, adamın düşünceleri de bazen fazla sıktı. Yani heyecan ve hareket arayanlar için sıkıcı olabilecek bir kitaptır. Ama yazarın tarzını sevdiğim için kalan bütün kitaplarını okumayı düşünüyorum.

13 Temmuz 2012 Cuma

Uyuyan kediler...

Biz, yetişkin insanlar, sırt-bel ağrılarıyla "huzursuz ayak (yoksa bacak mıydı?) sendromu" ve başka çeşit çeşit sorunundan dolayı gece rahat uyuyamıyoruz. Çocuklar ve kediler ise her yerde, her durumda, her pozisyonda uyumayı becerebiliyorlar. Ne zamandır uyuyan kedilerin komik resimlerini kaydediyordum bilgisayarıma, birazını paylaşayım dedim. Hafta sonumuz eğlenceli geçsin!

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Yeni... Yine... Kanaviçe Besmele

   En son geçen yıl Ramazan Bayramına bir-iki gün kala işleyip çerçevelettiğim kanaviçe besmeleyi bayramda bir akrabamıza hediye etmiştik. Ve daha o zaman "Bu iş bir ramazan geleneğine dönüşecek" diye şaka yapmıştım. Valla, şakanın şakalık bir tarafı kalmamışa benziyor, çünkü yine bir besmele işlemeye koyuldum!.. Bu seferki projem çok sevdiğimiz bir aile dostumuza gidecek. Kendisi hat sanatı severi olduğundan böyle bir hediyeyi beğeneceğini umuyoruz. Ve bu sefer daha değişik bir besmele işliyorum - Tuva Yayıncılık'tan birkaç yıl önce çıkmış şu kitaptan
   Bu kitabı 2 yıl önce almıştım. O kadar güzel ve değişik bir sürü proje var ki içinde, seçmekte bayağı zorlandık ("biz" diyorum, çünkü proje seçimine eşim de katıldı).


   Bir haftada bu kadar ilerleyebildim, fazla yorgun olmadığım akşamları azar azar çalışıyorum üzerinde. Acayıp çok severim ben besmele işlemeyi! Yuvarlak hatlar, küçük detaylar, noktalar sonunda birleşince ortaya harika bir görüntü çıkıyor... Bir an önce bitirip hazır halini görmek için sabırsızlanıyorum!..

23 Haziran 2012 Cumartesi

Kırkyama (Patchwork) - Yamalı cumartesi 1

   Son üç-dört ya da belki daha fazla yıldır kafamı fena halde kırkyama (patchwork) ile bozdum. Kursa gideyim dedim, bir türlü çalışma saatlerime ve günlerime uyacak bir şey bulamadım. Bu kadar erteledikten sonra da kendi kendime öğrenmeye karar verdim - erteleye erteleye ömür bitiyor... Dün akşam biraz bu konuyla ilgili kitap karıştırdım, bir şeyler okudum, kumaşlarımı çıkarıp ön hazırlığımı yaptım - hepsini yıkadım, ütüledim. (Daha sonra hazır ürün yıkandığında boya akmasın ve ürünü mahvetmesin diye tavsiye ediyorlar kitapta, iyi ki de üşenmeyip yıkamışım, çünkü birkaç koyu renkli parça kumaş yıkama suyunu bayağı renklendirmiş).
   Bir site dolusu kırkyama şablon bulmuştum zamanında, bunlara sadece bakmayı da çok severim. Ama bundan sonra ayda iki defa cumartesi günleri oradaki şablonlardan birini gerçek kumaşta hayata geçirmeyi deneyeceğim...

   En basitlerinden başlamaya karar verdim - sadece karelerden oluşan bir şablon, adı da "Trip around the world" (yani, dünya etrafında yolculuk). Yapımı için 4 farklı renkte kumaş kullanılır.
   Önce küçük (2.5 inch) kareler kestim. Şu inch meselesini asla çözemem diyordum, ama o kadar da zor değilmiş, hemencecik alıştım (Amerikalılar ve İngilizler inch ve yarda kullanırlar uzunluk ölçüsü olarak. Eh, kırkyama da en çok onlarda hobidir, bu işi kitaplardan öğreneceğim için santimetreye çevirene kadar inchlere alışayım daha hızlı...) Neyse, meseleye döneyim. Kesme işi biraz uzun sürdü - yuvarlak bıçak ustura kadar keskindir, aşka gelip de parmaklarımı işe katmak istemedim. Tomar tomar küçük kareler ortaya çıkınca da önce biraz oynadım, farklı kombinasyonlar denedim. Yapboz gibi, eğlenceli bir şeymiş kare kumaşla oynamak:






   En sonunda da bir şeyde karar kılmak gerekiyordu, işte bu biraz zor geldi ;). Bugünlük sadece ilk denediğim kombinasyonla yetinmeye karar verdim, onu diktim. Daha sonra büyük ihtimalde yastık kılıfı yapacağım bundan, şimdilik çekmecede bekleyecek.

   Dikişte yeni başlayan biri sayılırım, haliyle sonuç kesinlikle mükemmel değildir... Bazı yerlerde karelerin köşelerini denk getirememişim, bu işi biraz kurcalayıp bir şablon daha yapmam gerekecek. Ama gene de hayatımın ilk kırkyama denemesi acayıp hoşuma gitti...

22 Haziran 2012 Cuma

John Verdon'un üçüncü kitabı çıkıyormuş...

Bu bilgiye geçenlerde birkaç yabancı kitap sitesinden ulaştım. Amazon'da ve benzer yabancı kitapçılarda ön satışlar başlamış bile. Temmuzun 24'ünde yeni bir kitabı çıkacakmış, adı "Let the Devil sleep". Gene çok kalın, İngilizcesi 464 sayfaymış (sanki ben kitap alırken sayfa sayısına bakıp karar veriyormuşum ;") ).


Bu sefer Dave Gurney yakalanamayan bir seri kâtilin peşine düşecek, onu yakalayabilmek için de kendisi yem olacakmış. Anlayışlı karısı ve oğlu da bu sefer yanındalarmış... (O kâtil oğlu olmasın ;") )
Sabırsızlıkla Türkçesini bekliyorum, bakalım kaç ay sonra çıkacak... Koridor Yayıncılık sitesinde bu kitapla ilgili henüz bir bilgi yok (ya da ben bulamadım).

13 Haziran 2012 Çarşamba

Sherlock Holmes hikâyeleri

   Yağmurlu ve bayağı serin mayıstan sonra haziranın ilk günlerinde havalar biraz ısınınca teras sezonumuzu açmıştık. Son bir haftadır ise yaz kendini iyice hissettirdi, evin içinde durulmuyor. Artık akşamları televizyonun, bilgisayarın yerini terasta oturmacalar, gazete kitap okumacalar, çay kahve içmeceler vs. vs. aldı :) Bilgisayarımız masaüstü olduğu için de terasa çıkarılamıyor, blogun pabucu dama atılmış birazcık...

   2,5 haftadır akşamları Sherlock Holmes hikâyelerini okuyorum, şu Martı Yayınlarından çıkan kitaplar. Kısa olduklarından her akşam 1-2 tane bitiyor. Ben bu pipolu beyefendiyle on iki- on üç yaşımdayken en küçük teyzem sayesinde tanışmıştım. Kitaplığındaki kalın, güzel ciltli bir kitap ilgimi çekince, teyzoş çıkarıp "Al, oku. Eminim beğenirsin." diye vermişti o zaman... Gençlere anlatılanlar biraz fazla basit gelebilir şimdiki diziler, belgeseller ve filmler göz önüne alınırsa. Ama o zamanlar CSI benzeri diziler, Discovery ID vs. yoktu, Kolombo ve daha sonraları Mavi Ay vardı - haliyle okuduğum hikâyelere bayılmış, Sherlock'un vakaları çözme yöntemlerinden ve gözlem yeteneklerinden çok etkilenmiş, hatta gözlem yapmayı ve küçük bilgilerden bütün resmi oluşturmayı kendim de denemiştim... Hâlâ da polisiye - en sevdiğim kitap, film ve dizi konusudur benim için.
    Sherlock Holmes (daha doğrusu yazarı Arthur Conan Doyle)  kriminolojinin fikir babası sayılabilir bence, çünkü parmak izleriyle uğraşmayı, kan lekelerini ketçap lekelerinden ayırmayı ilk deneyen bu beyefendiydi, kitapta da olsa. Aslında literatürdeki polisiye türünün de babasıdır Conan Doyle... Bütün yaz da benim için cinayetlerle geçecek anlaşılan, çünkü şimdiden okunacaklar listeme Edgar Alan Poe ve Agatha Christie'yi de ekledim. Poe'yu şimdiye kadar hiç okumamış, sadece göz gezdirmiş sayılırım, Agatha Christie'nin kitaplarını ise gençken okumuştum, defalarca da film ve dizilerini seyretmiştim. Ama Miss Marple ve Poirot'yu o kadar çok severim ki tekrar okuyasım geldi...


   Bu arada, TeleDünya olanlara duyurulur (hâlâ duymayanlar kaldıysa ;) ) - haziranın başından beri listelerine FoxCrime diye bir kanal eklenmiş, artık 24 saat boyunca CSI ve benzeri dizilerini gösteriyor. Hafta içi gündüz ve cumartesi - pazar günleri tekrarları var, yeni bölümleri ise sadece akşam çıkıyor...

9 Haziran 2012 Cumartesi

Ortanca (Hydrangea)

   Bütün çiçekli ve çiçeksiz bitkileri severim, ayrık otlarına bile kıyamıyorum bazen. Ama ortanca en sevdiklerim arasındadır. Terasımda bunlardan birkaç tane vardır... Benimkiler yaz kış dışarıda yaşıyorlar, belki de ondan haziranın başında da asla çiçek açmazlar, daha çok yazın ortalarına doğru rengârenk topları bizi sevindirir. Ama ben çiçeksiz zamanlarında da sırf yeşil yapraklarına bakmaya bile doyamıyorum.
   Bu harika çalının meğerse 70-80 türü varmış. Çalı dediysem de aslında çoğu tür çalı oluyor, ama 30 metreye kadar tırmanabilen sarmaşık ve küçük ağaç gibi olanları da var. Çoğunun da ana vatanı Çin'dir, Avrupa'ya bir İngiliz botanikçi tarafından 1700'lerin sonunda Çin'den getirilmiş... Fakat galiba en gösterişli çiçekleri olan ve bu sayede bizim en çok sevip bahçelerimizde yetiştirdiğimiz genelde Hydrangea Macrophylla, yani büyük yapraklı ortanca oluyor. 600 farklı çeşidiyle, beyazdan yeşile, açık pembeden veya maviden bordoya, hatta mora kadar çiçek rengiyle göz kamaştırıcıdır.


   Ortancanın Latince ismi, yani Hydrangea, "su kabı" anlamına geliyor ve bu bitkinin suyu ne kadar çok sevdiğini gösteriyor. Hakikaten de yetiştirilmesi için en ideal ortam:
- hafif ya da yarı gölge, (çok gölgeli yerleri sevmez)
- rüzgârdan korunmalı,
- geçirgen, hafif, verimli, biraz asidik topraklar, (asit düzeyini biraz arttırmak için toprağa bolca torf ya da turba yosunu eklenir, biriktirilmiş yağmur suyu ile ya da demir sülfat ekleyerek sulama yapılır)
- bol sulama,
- yazın ayda 2-3 defa besin verilir.
 Fazla güneş yapraklarını yakabilir, aşırı güneşli yerlerde ise çiçekler gittikçe küçülür ve bazen tamamen yok olurlar.
   Genç ortancalar erken ilkbaharda hafif budanır (sadece geçen seneden kalan çiçekler kesilir), büyümüş çalıların budanmaya ihtiyacı yoktur. Kışın soğuk geçtiği yerlerde üstü örtülerek dondan korunmalıdır.
   Bir de ilginç bir ayrıntı: mavi ve pembe çiçekli ortancaların çiçek rengi toprağın pH değerine bağlıdır - asidik topraklarda (pH değeri 5.0-6.5 civarında) çiçekler mavileşir, alkali topraklarda ise (pH değeri 7.0-8.5 civarı) çiçekler pembeleşir. Benim ilk ortancam pembeydi, renk değiştirme konusunu öğrendiğimde çalının bir tarafına 2-3 büyük paslı çivi gömmüştüm. Sonuç olarak birkaç yıl boyunca o çalının yarısında çiçekler mavi, diğer yarısında ise pembe açtı. (Beyaz çiçekli bitkilerde bu hokus-pokus işe yaramıyor)
  

12 Mayıs 2012 Cumartesi

    Kitap okumaya zamanım var da kafamdaki el işi projelerine bir türlü başlayamıyordum. O kadar çok fikir var ki, artık liste yapmazsam unutacağım çoğunu. İş yoğunluğu ve bir sürü başka bahane sebep buldum kendime, bir güzel "okuyarak" vakit geçiriyordum. Ama bu hafta içinde Kazakistan'dan, iş gezisinden dönen bir arkadaşım, oralardan bana bir hediye getirdiğini telefonda söyleyince çok merak ettim. Dün akşam getirdiğinde de çok sevindim ve şaşırdım - hiç bu taraklarda bezi olmayan arkadaşım bana Rus yapımı bir nakış kiti almış: içinde etamini, iplikleri, iğnesi, siyah-beyaz şeması ile. Gelincikleri çok sevdiğimi biliyor, bir alışveriş merkezini mi ne gezerken vitrinde bunu ve benzerlerini görünce almaya karar vermiş. Fiyatını tüm ısrarlarıma rağmen söylemedi (ayıp ettiğimi biliyorum, hediyenin fiyatı sorulmaz, ben sadece Türkiye'de satılan kitlerle karşılaştırmak için sordum) - ama buradakilerden kat kat ucuzmuş, çünkü eski Sovyetlerde çarpı işi çok popülermiş, haliyle kendi üretimini yapan çok firma varmış...

   İpliğin markasını bilmiyorum, ama etamin çok kaliteli - Zweigart'mış. Sanırım bu etamine kalitesiz iplik konmazdı... Tabii ki dayanamadım, hemencecik açıp içindekilerini iyice inceledim.
   Bu sabah kedigillerimiz uyutmadı, 5 buçukta uyanınca ev işi pek yapılmıyor - gürültü olur, herkesi uyandırırım diye rahatsız oluyorum. Sabahın köründe dayanamadım, "azıcık bi deneyeyim" diyip işlemeye koyuldum.
şimdilik bu kadarı bitti
   Minnoşum bir ara gelip yaptığım işle çok ilgilendi - kağıtların altına girmeye çalıştı, etamini ısırmaya ve patilemeye uğraştı, iplikle ve kalemle oynadı. Sonra da tam şemanın ortasına yatıverdi, niye sabah sabah onunla ve bahçeyle ilgilenmediğimi çok merak etmiş olmalı...

   İlk defa çok renkli bir şey işlediğim için yöntemimi henüz geliştiremedim, sadece ortadan başlayıp renk renk gideceğim galiba. Ama şimdiden şunu söyleyebilirim - işlenmesi tek renkliden daha zor olsa bile, kesinlikle daha eğlencelidir. Renk değiştikçe ve şemayı sürekli takip etmek zorunda kaldıkça sıkılmaya zaman bulamıyorum. ;") Şimdiden de sonucunu görmek için sabırsızlanıyorum...
    Tek bir sorunum kaldı - ben şimdi kitap mı okuyayım, bunu mu işleyeyim? Arada kaldım işte...

11 Mayıs 2012 Cuma

Gözlerini sımsıkı kapat - John Verdon

   
   Bu kitap şubatta çıktı. Ama ben o zaman hâlâ John Verdon'un neredeyse 1 yıllık gecikmeyle keşfettiğim ilk kitabını okumakla meşguldüm. Ve bitirdiğimde her ne kadar hemen ikinciyi de alıp okumak istediysem de biraz beklemeye karar verdim - daha önce aynı yazarın kitaplarını (birbirinin devamı olmayan kitaplardan bahsediyorum) neredeyse peş peşe okuduğumda bunun çok yorucu ve bıktırıcı olduğunu bulmuştum. Aynı yazar hep aynı taktikleri ve aynı sözcükleri kullanır, hatta farklı kitaplarda aynı cümleleri kurar, vs. vs. ... Zaman geçtikçe bu kadar ayrıntılı olarak kafamda kalmıyor, e haliyle de hep aynı şeyleri okuyormuşum gibi de gelmiyor :-o

   İkinci kitaba bu pazartesi akşamı başladım. Bulduğum her fırsatta okumaya çalışıyorum; çorbayı pişirirken bile bir elimde kitap, diğer elimle tenceredekini dibi tutmasın, topaklanmasın diye karıştırıyorum - eşim ilk gördüğünde bu halimi çok gülmüştü. Henüz 42. bölümüne geçtim (yarılamışım neredeyse), ama "Gözlerini sımsıkı kapat" da tam zevkime göre bir kitapmış... Hızlı okunan, sürükleyici, heyecanı iyi ayarlanmış, devamının ne olduğu konusunda merakı hep canlı tutan, konusu yürek parçalamayan (örneğin, Zülfü Livaneli'nin "Serenat"ı gibi) - daha ne isteyeyim?..  

   Yarın cumartesi, işe gitmek zorunda kalmayacağım için iple çekiyorum - okumayı bitiririm. Ve umarım, kitabın sonuna yaklaşırken hâlâ aynı fikirde olurum...
  
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...