Nakış Dergileri

27 Mart 2011 Pazar

Dışarıda hava harika! Kabaklar ve kediler

Son birkaç gündür Ankara'da hava çok güzel: güneş parıldıyor, taze çim kokusu her tarafa yayılmış, kuşların cıvıltıları da değişmiş. Yan apartmanın bahçesindeki alıç ağacı çiçek açmaya başlamış. Bir de geceleri hava bu kadar çok soğumasa! Kabak tatlısı yaparız diye 2 hafta önce görümcem geçen yıldan kalma bir bal kabağı getirmişti. Kestik, bir de ne görelim - neredeyse bütün çekirdekleri kök çıkarmış, bazı zavallıcıkların da az kaldı yaprakları çıkacak. Atmaya kıyamadım, 10 tanesini toprağa ektim hemencecik. İkinci günde kafalarını kaldırdılar topraktan "yavrularım", inanılmaz bir hızla gelişip büyüyorlar...
ilk çıktıkları gün
 2 haftada 15-20 santim oldular, üçüncü yaprakları çıkmış.
bugün bu kadar oldular
 Terasta şimdiden onlara yer de belirledim, ama... İnternetten araştırdım - kabaklar soğuktan hiç hoşlanmazlarmış,.. geceleri de hava soğuk ya, kaldık öyle odanın içinde kabaklarla! Bana göre hava hoş, ama kabaklarım çok büyürse yerlerine aktarılırken onlara bir şey olur diye endişeleniyorum... Sanki başka endişelenecek şey kalmamış bu dünyada...

Halbuki endişelenecek bir şey vardı bu hafta - bizim kara kedi oğlumuz salı günü dışarı, sokağa inmiş (ki kedilerimizin sokağa çıkmaları yasak değildir, istedikleri zaman geziyorlar), orada da başka bir kedi onu bayağı bir hırpalamış. Oğlumuz da tüm iriliğine rağmen biraz korkak olduğundan belli ki kaçmaya çalışmış, arka bacakları yaralar içinde zar zor eve dönebilmiş. Biz de canı çok yanıyor diye üstüne bir de veterinerin verdiği ağrı kesici hapı verdik. İlâcın yan etkileri şiddetli bir şekilde baş gösterince de bu sefer kusma ve ishalle uğraşmak zorunda kaldık. Sevdiğiniz birinin pisliğini temizlemek sorun değildir de hasta bir kedi olunca bol bol hırlama, bağırış ve tırmık yemiş oluyorsunuz. Yavrum hâlâ sağ arka bacağını kullanamıyor, 3 ayak üstünde yürümeye çalışıyor. Zamanın çoğunu da bizden gardırobun içinde saklanıp uyuyarak geçiriyor. Allahtan bizi çabuk affetmiş istemeden verdiğimiz rahatsızlıklar için. Ama bir daha kediye öyle zırt pırt ilâç içireceğimi sanmıyorum - onu kendi haline bıraksak zaten 2-3 gün içinde toparlanıyor. (Hani, biz insanlar en ufacık bir şeyde ilâç kullanmaya meraklıyız ya, hayvanları da kendimize benzetmeye çalışıyoruz)

20 Mart 2011 Pazar

Aşkmerdiveni (Nephrolépis)

   Terasımın ikinci “demirbaş” bitkilerimden kendisi. Bence en çok makrome saksılarına yakışır ve yeni başlayanlar için harika bir bitkidir aşkmerdiveni. Onun da bakımı inanılmaz kolaydır. İlkbaharda toprağını değiştirirseniz, sulamayı unutmazsanız (sulama suyuna ilkbahardan sonbahara kadar da her hafta besin koymayı ihmal etmezseniz), ha bir de hafif ya da tam gölgeli bir yerde tutup arada bir fısfısla yapraklarını nemlendirirseniz, keyfi yerinde olur.

   Çiçekli bitkileri seviyorsanız, aşkmerdiveni sizin için değildir – eğrelti otları asla çiçek açmazlar. Daha fazla sayıda bitki elde etmek için onu saksıdan çıkarın, keskin temiz bir bıçakla toprakla köklerini ortadan ikiye kesin ve her bir yarısını ayrı saksılara tekrar ekin.  Bu şekilde çoğaltıldığında çok hızlı büyümeye başlıyor ve bir ay geçmeden elinizde “yetişkin” bir bitkiden ayırtedemeyeceğiniz dolgunluk ve güzellikte bir “yavru” oluyor. Ben normalde yılda 2 defa toprağını yeniliyorum, çünkü aşkmerdivenlerinin tümü çok hızlı gelişip büyüyen ve dolayısıyla yaşlanan bitkilerdir. Toprağını da fazla sömürüp içinde besin bırakmıyorlar. Yüksek büyüme hızından kaynaklanan bir sorunları da var – alt “dalları” hızlı yaşlandığı için yaprakçıkları sararıp dökülürler sürekli, bu da hem çirkin bir görüntü, hem de yerlerde pisliğe sebep oluyor. Bu yüzden de ben alttaki kelleşmiş “dalları” arada bir makasla kesip temizliyorum. Bitkinin kendisini de yukarıda anlattığım biçimde yeniliyorum birkaç yılda bir.

   Bu arada önemli bir not: “Nefrolepis”ler havadaki zararlı gazları temizlemekle ünlüdür. Fakat son yıllarda Türkiye’de zavallı aşkmerdivenleri korkunç şeylerle suçlanıyor – güya kanserojen etkileri varmış ve sporları çok tehlikeliymiş. Tamamen haksız bir suçlama, ve sanırım, kökeninde isim karışıklğı yatmaktadır. Eğreltiotugiller familyasında 12 bin bitkiden fazla vardır. Ve bütün bunlar 4 gruba ayrılır. Bazı gruplar da birbirinden bayağı farklıdır. Zehirli “eğreltiotları” – Latincedeki familya ismi Dennstaedtiaceae, İngilizcede Brackens , Türkçede Kartal Eğreltisi denir ve ormanlarda en yaygın eğreltiotu türü bunlardır. Onların kanserojen etkisi araştırmacılar tarafından biliniyor. Fakat bunların hiçbir türünü biz evde yetiştirmiyoruz! Ve evde yetiştirilmeleri de pek kolay olmaz, sanırım. Bizim “aşkmerdiveni” ya da “fujer” dediğimiz eğreltiotu türleri ise tamamen farklı bir grupta yer alıyor (Latince ismi Lomariopsidaceae, bazen de Davalliaceae grubuna dahil edilirler). Bunlar sıcak iklimlerin epifit ve yarı-epifit bitkileridir, yani ağaç gövdelerinde ve kayalıklarda yaşarlar, kökleri çoğunlukla havadan besinleri alırlar. Ve değil zehirli olmak, formaldehit gibi havadaki zehirli gazları bile temizlemekle en fazla nam salmış bitkilerden bir tanesidir.
   
   Aşağıdaki resimde, görüp de ilk bakıştan gür, sağlıklı görüntüsüne âşık olduğum bir aşkmerdiveni yer alıyor. Kendisi bir botanik bahçesinin serasında yaşıyormuş. Ona baktıkça benimkiler de öyle muhteşem olsa diye hayal kuruyorum. Kafamda da, bu hayale olabildiğince yaklaşmak var...

Gerçekten harika bir kitap!

   Cuma günü nihayet elime çok uzun zamandır istediğim bir kitap ulaştı - Türkiye'nin ağaçları ve çalıları (yazan Necati Güvenç Mamıkoğlu). Hepsiburada'dan birkaç hafta önce ısmarlamıştım, ellerinde olmadığı için biraz beklemek zorunda kaldım. Ama beklediğime de değmiş! Gerçekten harika bir kitapmış! Necati Bey benim sıkça tekrarladığım bir fikrin canlı ispatı olmuştur - bazı insanlar hobi olarak yaptıkları işlerle uzmanlara taş çıkartırlar. Çünkü kendisi bir botanikçi değil, uzun yıllar PTT'de çalışmış bir mühendismiş. İşi dolayısıyla da bütün Türkiye'yi gezmek zorunda kalmış. Ağaçların resimlerini çekmek de sadece bir hobisiymiş. Ellerinize sağlık, Necati Bey! Sayenizde hem bir sürü ağacı ilk defa tanıma fırsatı buldum, hem de onların Türkçe adlarını öğrendim. Bence, bu kitap sadece bitkilerle ilgilenen insanların evlerinde değil, Türkiye'de yaşayan herkesin evinde olmalıdır... (Belki biraz bencilce gelecektir ama) Umarım, çiçeklerle ve otlarla ilgili bir kitap çıkartacak kadar da fotoğrafınız vardır...
   Not: "herkesin evinde olmalıdır" cümlesini görenler abarttığımı düşünebilirler, ama geçenlerde şöyle bir duruma  şahit oldum. Şubat ayında Ankara'da Trabzon günleri şenliği vardı. Ve AKM'deki stantlarından birinde Orman Bakanlığından ağaç fidanları ücretsiz dağıtılıyordu. En kalabalık, yaklaşılması neredeyse mümkün olmayan bir stanttı. Karaçam, ladinler ve huş fidanları vardı. Herkes almak için uğraşıyordu, ama bir de neredeyse herkes "Huş ağacı nedir?" diye de soruyordu. Ki bana göre sorulmaması gereken bir şey, çünkü buralarda çamların, meşelerin ve (affedersiniz ama) osuruk ağaçlarının yanı sıra en yaygın ağaçtır kendisi. Ankara'nın neredeyse her parkında ve her resmi binanın önünde beyaz gövdeli oya yapraklı huştan en az bir tane vardır. Demek ki onları pek kimse farketmiyor, farkederse de merak etmiyor. Yazık!..
   Şimdiki çocukların çoğu da sadece iki tür ağaç biliyordur: iğneli olan herşey onlar için "çam"dır, gerisi de "ağaç". 

13 Mart 2011 Pazar

Kurdela çiçeği (Chlorophytum comosum)

Aslında ev bitkileri ve balkon/teras bitkileri çoğu zaman farklıdır, fakat ben evdekilerini ilkbaharda terasın üstü kapalı tarafına atıp sonbahara kadar orada tuttuğumdan olsa gerek çok da fazla öyle ayrım yap(a)mıyorum. Evimin ve hâliyle terasımın “demirbaş”larından kurdela, telgraf çiçeği ve aşkmerdiveni çoook uzun zamandır bizimle yaşıyorlar. Hepsinin de artık Allah bilir kaçıncı neslidir. Bana göre, üçü de yeni başlayanlar için idealdir, çünkü öldürülmeleri neredeyse imkânsız, bakımı ve gerektiğinde çoğaltılmaları da çok kolaydır.
Kurdela çiçeği (Chlorophytum comosum)birkaç türü olan en popüler ev bitkisidir, galiba. 15 sene önce evimize ilk gelen yeşil yaratık oydu. İlk “bahçıvanlık” denemelerimi de onun üzerinde yapmıştım. Kurdelayı mutlu etmek için yapmanız gereken sadece bunlar:

-   hafif gölgeli (idealde, sabahları ya da akşamları 1-2 saat güneş gören) bir yer,
-   hafif, geçirgen toprak (ben yapı marketlerinden çok amaçlı toprak alıyorum), ilkbaharda değişmesi gerekir,

-   arada bir bol sulama (sulamalar arasında toprak hafif kurumalı, ilkbahardan sonbahara kadar neredeyse her sulamayla biraz da bitki besininden ekliyorum),

-   bazen üşenmeyip de ona duş yaptırırsanız harika olur.

Bu arada: Ben kurdelamı terasa baharın başında atıyorum, yeter ki gece hava ısısı sıfırın altına düşmesin. Sonbaharda da geceleri ısı sıfıra düşmeden içeri almıyorum.

Bu kadar işte.

İlkbaharda toprak değiştirmek için kurdelamı baş aşağı edip eski saksısından çıkarıyorum, genelde kökü bütün saksıyı kaplamış ve toprağı “yemiş” oluyor. Üzerindeki toprakları fazla dökmeden, kurdelamın kökünü bıçakla ortadan 2 parça halinde kesiyorum. Eski saksıyı iyice cifleyip duruladıktan sonra alt kısma biraz strafor köpüğü koyuyorum (2-3 santimlik katman, ufak parçalar halinde – bunlar çakıl taşları yerine geçiyor), üzerine bir katman taze toprak ve bitkinin yarısını üstüne oturtup saksının kalanını taze toprakla dolduruyorum. Diğer yarısı için de aynı işlemi uyguluyorum. Can suyunu verdikten sonra da 1-2 haftalığına gölgede bırakıyorum, hiç güneşe çıkarmıyorum. Bu süre içinde besin de kullanmıyorum – “yaralanmış” kökleri hemen beslemeye başlarsanız daha kolay çürüyebilirler.

Ha! Eğer kurdelayı bölmek istemezseniz, sadece daha büyük bir saksı seçin. Saksı ne kadar büyük olursa, çiçeğin boyutları da o kadar büyük olur yazın sonuna doğru.

Dalların her tarafından sarkan “yavrularını” da kolayca köklendiriyorum. Ya hiç dalından kesmeden yavruyu toprağa hafifçe gömüyorum, birkaç hafta sonra da artık gereksiz olan “göbek bağını” kesip, köklenmiş yavruyu başka bir saksıya alıyorum. Ya da ılık suda yavruların köklerini vermesini bekliyorum ve haydi yeni saksılara…  Bu arada toprak değiştirme ve yavruları köklendirme ilkbahardan sonbahara kadar (ve evin sıcak ortamında kışın bile) yapılabilir.

Şimdiye kadar birkaç kere terasıma saldıran haşaratla ve hastalıklarla uğraşmak zorunda kaldım, fakat hiçbirinde kurdelam etkilenmedi. Yani, bitmiş, sinekmiş, küfmüş,.. hepsi de kurdelayı görmezden geliyor.

Burada benimkilerin 2010 hali (üsttekiler yeni köklenmiş yavrular, alttakiler - anaç kurdela çiçeklerim), bu sene henüz bakımını yapmadım.


Her yerde kar var

Bu sene hava Ankaralıları şaşırttı, sanırım. Kışı doğru dürüst yaşayamadık – ne kar, ne de soğuklar vardı. Fakat tam da ilkbahar geldi, her yer yeşerecek, çiçekler açacak derken… Martın 8’inde kar yağdı. Hem de ne kar ama!

6 Mart 2011 Pazar

Başlangıç için

   Başlangıç için... El işlerini çok sever, uzun zamandır bu konuyla ilgili blogları okurum. Kendim de emekli olup sadece bana huzur ve zevk veren şeylerle uğraşmayı çok isterdim. Ama emekli olmama daha çoook var, ve yapmak ve denemek istediğim şeyleri daha fazla ertelemek artık biraz "zaman fırsat kaybı" gibi gelmeye başladı bana. Ben de daha fazla bahane yaratmadan bir ucundan başlayayım dedim. 

   Sevdiğim ya da denemek istediğim uğraşlar listesi pek uzundur, ama sorulduğunda nedense çoğu aklımdan çıkıveriyor… En başta gelen “bahçıvanlık”tır. Bu şimdiye kadar uzun zamandır sürdürdüğüm ve bütün ailemin ağzına sakız olduğum (hatta şakayla dalga geçildiğim) tek hobim. Son birkaç yılda biraz deneme fırsatı buldum, bazı şeyleri sadece teoride değil, pratikte bile başarabildim. Bu sene denemelerden vazgeçip biraz daha ciddi bir şekilde bahçemle uğraşmaya karar verdim - bunu yapabileceğimi kendime ispatlamak istiyorum. Hele de "bahçem"in gerçek bir bahçe olmadığını düşünürsek - sadece daracık bir balkon ve büyükçe bir terastan ibaret bir alan -  çok zor olmasa gerek. Blogumda da bahçıvanlık deneyimlerimi paylaşmayı düşünüyorum.

   Gerçek anlamda “el işleri”ne gelince… Çocukluğumdan beri örgü örerim (ve bu işte eskiden pek iyiydim), gene çocukken dikiş makinesiyle kısa bir deneyimim oldu, ama o zaman pek sevmedim dikiş dikmeyi. Fakat şimdi tekrar örgü örmek, hatta tığ işini öğrenmek isterim. 2-3 yıl önce dikiş makinemi de satın aldık, cesaretimi toplayıp da bir şeyler dikemediğim için eşim arada bir benimle dalga geçiyor. Fakat makineyle arkadaşlık kurmam için çok ciddi bir sebebim var artık - kırkyama denen olaya fena halde gönlümü kaptırdım ve sadece başkalarının yaptıklarını seyretmek bana yetmemeye başladı. Ayrıca kendime elbise de dikmek isterim… Bir de çocukluğumdan beri bayıldığım, ama sadece geçen sene başladığım nakış var! Nakışın da kırk çeşidi varmış ve en az bazılarını mutlaka denemem lâzım! Bir de "dekupaj" diye bir şey gördüm ve ona da bayıldım... Saymaya çalışınca bana bile biraz komik ve abartılı geldi, ama olsun... İnşallah saydıklarımın tümünü ve saymayı unuttuklarımı deneme fırsatı bulurum... Bu blog da bana canlı, tarihli, fotoğraflı bir not defteri olur inşallah, bir de tembelliğe veya depresyona yenik düşüp projelerimi ertelememek için bir sebep.

   Hadi, hayırlısıyla!

Bu arada - dışarıda ilkbahar ve hava harika! Ve ben ilkbaharı çok severim!
Bugünkü hava durumuna da bu resim uygun olur diye düşündüm
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...